futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
futbol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Aralık 2011 Cuma

Tanıl Bora'nın "Elejiyak" İskoç Ummanına Katkı

28 Aralık 2011 tarihli Radikal'de yazdı Tanıl Bora. Rangers ve Celtic nam iki müstebit firmanın toza dumana boğduğu İskoç futbol liginde Sir Alex Ferguson'un Aberdeen'inden beri yaprak kımıldamıyor dedi. Hearts ve Motherwell'den dem vurdu. Glasgowlu iki elebaşının istibdadına karşı duramayan Edinburgh'un hazin suskunluğunu anlattı. Heyhat, kadim Edinborough'nun kaybetmişliğinden söz açacaksak, Motherwell'den önce alkolün islimiyle ağırlaşmış bir başka müseccel mağlup var. Leonard Cohen'in romanına atıfla, Gençlerbirliği'nden sonra kaybedenlerin en güzelinden söz etmeli. Alternatif mecranın şantiye şefi, ebedi ağrı kesici, ancak alkolde çözünen umutların ıslak avuçlu terkibi, efsane film Trainspotting'in kahramanı Mark Renton'ın odasında asılı bayraktaki muhtasar ismiyle "Hibs", nam-i diger Hibernian! Aşağıda bu azılı kaybedenlerin milli marşı var: Sunshine on Leith.

1 Mart 2011 Salı

sen koşma, topu koştur!

Topu ışıklı bir burca vurduğunda, fark etmedin mi bir mehil boyu kararan bütün yüzlerin sana benzediğini? Unuttuğunda hani verilmiş tüm sözleri, kan kokulu bir alıç değil miydi sesinde biten her vaat? Ölüye dokununca har, toprağa seslenince sır, kırılmış inadın değil mi güneşi geceden yetirmek? Sen Garrincha olsaydın, içmez miydin?

22 Temmuz 2010 Perşembe

Hiç Değilse Bir Kadeh...

"Çünkü o zamanlar televizyon yoktu" derler, neden Koca Yusuf'tan geriye tek bir "hareketli" kare kalmadığını anlatmak için. Doğru, televizyon yoktu belki, ama sinematograf vardı. Öyle olmasa 34'te Schiavio'nun Çeklere uzatmada attığı golü seyretmek nasıl mümkün olacaktı, Just Fontaine'in hâlâ kırılamayan rekoruna tanıklık etmek ya da... Veya hınca hınç dolu Maracana'da yaşanan Uruguay bozgunu sonrası stadın adının "Maracanaço" olmasına yol açan o sessiz hüznü nasıl görecekti sonraki nesiller? Kaçan gole yazıklanmak yerine, burada hayatın tam doksana giderken çeldiği topun uğuruna bel bağlamalı belki. Yusuf Tunaoğlu'nu bir tek kez topa vururken seyretmemiş onca insan kulaklarına çalınan efsanenin kahramanını bir epope dinler gibi dinler miydi başka türlü? Futbol ecinnisinin kendisine sakladığı bu benzersiz topçu tam on yıl önce bugün öldü. Türkiye'nin "beşinci beatle"ı, anlatılan o ki, hiç elinden düşürmediği kadehiyle daha uzağa işliyor bu ukdenin menzilini. Yetim kalan tüm çilingirlerin selamı olsun. Işık içinde yat, güzel ağabey.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kredi Kartına Sekiz Taksit, Her Şey Dahil: Treblinka!

O koca yelpazenin bir ucunda Goehring, öbür ucunda Beethoven durunca insan bilemiyor Alman toplumu için hangisinin bir anomali olduğunu. Daha açık söylersek: Hangisi daha "emblematique" bir figür acaba Alman toplumu için? Rivayet muhtelif. Mecmuanız Şişenin Dibi cin kovarken takındığı tüm iyimserlikle Beethoven'in yanında. Ne ki, hiçbir şey şişede durduğu gibi durmuyor. "Marca" ile birlikte İspanya'nın iki büyük spor gazetesinden biri olan "As" bugün şöyle yazıyor: "Visca España!" O müthiş hamleyle bütün "bock"ların dibine darı eken Carles Puyol'un etnik kökenine atfen ona Katalanca selam ediyorlar! Aşikâr ki, etnik barış tamamı bireylerden ibaret iki insan topluluğu arasında oluyor. Joaquin Cortes İspanya şampiyon olursa "güneş kapısı" Puerta del Sol'un orta yerinde dans edecekmiş. Hollandalı porno yıldızı Bobbie Eden ise herkese bir oral vaat ediyor. Heyecanlanmayın hemen, sizin maçınız değil bu.

29 Eylül 2009 Salı

Geri Dönmek, Peki, Ama Nasıl?...


Her şey çok değişti, usta, doğru. Önce catenaccio "ayağa" düştü. Topu ısrarla alaca bir dikkatin imbiğinden süzen o "serbest süpürücü", şark hizmetine sürülmüş sakıncalı bir memur gibi şişirdi kadroyu. Hamle tayininde kronograf aksamıyla iş gören sıra neferleri, artık serseri mayın gibi serpiştirilir oldu sahaya. Sonra yoksunluğun dövüşken gururu paranın eştiği bir mikyas çukurundan denize aktı. "Konsantresi" cehalete doydu futbol ehlinin. Her şeyin temize havale edileceği "önümüzdeki maçların" ardı arkası kesilmez oldu. İstanbul büyüdükçe azaldı. Dahası, ne biliyor musun, Krepen'den Ömür Meyhanesi'ne akan temiz kalpli mahfel, Topkapı'yı Sirkeci'ye bağlayan anason fitili, göğün kurnasında renk değiştiren alkol pınarı, yokluğunu kuşanmış bir yüz gibi zamana kapandı. Şimdi, nehir kumuna inci gömmek için açıyoruz her yalancı şişeyi.

4 Mart 2009 Çarşamba

The Good, The Bad, and The Bubbly


George Best'in Nottingham Forest'e attığı bir gol vardır. Takriben dört ya da beş defa "evet, şimdi son vuruşu yapacak" der maçı izleyenler. Heyhat, beşinde de geri dönüp aynı çalımı yine atar ve nihayet golü de atar. Futbol için fazla zarif, yaşam için fazla kayıtsız, kadınlar için fazla karizmatik, alkol için fazla tutkuluydu. Karaciğer naklinden sonra karısı Alex'ten kaçıp bir bara sığındığı o hüzünlü resim, hasta yatağındaki perişanlığından daha yürek burkucuydu belki. Hakkında anlatılan ve çoğu tavsayan efsanelerin biri, Güney Afrika'nın Sun City kentinde, aynı gece kainat güzeli seçilmiş olan kadınla yaşadığı halvetliktir. Sözümona servis görevlisi bilmem kaçıncı şişe şampanyayı servis ederken "yanlış neredeydi George" diye sorar. O densiz garsonun bilmediği şey, her alkoliğin kendi benliğinde sürgün olmasıdır ve yanlış giden hiçbir şey yoktur. Van Morrisson'un dediği gibi: "I've been too long in exile, like George Best, baby."


Huzur içinde uyu, George.