14 Mart 2009 Cumartesi

büyükten küçüğe...


Bir dönemin ruhunu biçimleyen "Yaşamı Kullanma Kılavuzu", Perec'in anlattığı şarap mahzenini kozmik bir tasavvur gibi sunar. Söz konusu yer, Altamont ailesinin kavıdır. Şarapların içerideki düzenini kanonik bir sıralanış gibi görür Perec. Önde sofra şarapları, ardından birkaç şişe beaujolais, sonra côte-du-rhône ailesi, Loire havzasından gelen birkaç beyaz, ardından da sırasıyla cahors, bourgeuil, chinon, bergerac... Gittikçe büyüyen kırmızı bir leke gibi o eşsiz kitabın orta yerinde ışır bu tasvir. Ve Perec varoluşumuza tuttuğu aynanın sırça kaşında hiç eksilmeden yaşar.

13 Mart 2009 Cuma

Büyük Gözaltı


Charing Cross Road ile Shaftesbury Avenue'nün kesiştiği yerdedir The Cambridge. Bir zamanlar MI5 ajanlarının iş çıkışı mesken tuttuğu, bir dönem de sanatçı şürekasının sığındığı bir vaha. Yüksek tavanlar, renkli vitraylar, ve kimi art deco rötuşlar içeren, bar aynalığıyla genişletilmiş bir kutsal emanet odası. Soho'ya olan yakınlığıyla işret hacılarının zorunlu ikmal noktası. Bir gün yolunuz düşecek olursa, girince hemen sağdaki paravanın yanına oturmaya yeltenmeyin. Oranın sahibi var.

12 Mart 2009 Perşembe

tut ki düşmeyelim...


Öyleyse şimdi soralım Reha Mağden'e. Anuk Hanım'ın eliyle çorba içirdiği adamın yaşına gelene dek hayatta kalmak şart mıdır? İlk kadeh dolarken açılan gedikten içeri az da olsa ışık girmez mi? Hangi acının meylidir ki mutluluktan bir nebze sebeplenmiş olmasın? Hangi yurtsuzun düşünde uyanır geçmiş tüm sarhoşlukların muvakkiti? Ve elinle sevdiği adama teslim ettiğin her kadın, kaybettikçe bulduğun bir vaat değil midir? Huzurla uyu.


"I've little else to give

what thou canst easy try

the lesson how to live

is but to learn to die."


John Clare

11 Mart 2009 Çarşamba

Garson, bir pulque daha!...


Giovanni Guareschi adını şimdilerde pek kimse bilmez. Oysa, yarattığı iki grotesk kahraman, yani kurnaz din adamı Don Camillo ile papazlık yaptığı kasabanın komünist belediye başkanı Peppone daha altmışların ikinci yarısında Türkiye'de tanınmıştı. Ve tabii Guareschi'nin Meksika fantazmasının çarıklı asilzadesi Inigo Grigo. "Soylu olmak zor zanaat" diye semt meyhanesini pas geçip doğruca Imperial Oteli'nin barına giden ve içtiği "pulque"ler yüzünden lobide otuz sene ayakkabı boyacılığına mahkûm olan Inigo Grigo. Pulque mi nedir? Sabır otu ya da sabırlık diye de bilinen agave bitkisinden mürekkep mayalı bir içki. Orta Amerika'nın kadim birası. Octli tanrısının papara harcı. Ebedi muhalif Guareschi ve efsanevi mizah gazetesi Bertoldo artık yok. İyi ama, Montale, Shakespeare ve Kafka da fena değil, ancak hayata dair en özlü akideler hâlâ çikolataları sardıkları yaldızlı kağıtlardan çıkıyor diyen ustanın yakarışı unutulur mu: "Hanımefendi, bir dileğim var, bana benden söz eder misiniz?"

10 Mart 2009 Salı

Yarını Bekleme!...


1955 yapımı bir "tour de force", alkol üzerine. Her ne kadar didaktik bir bilmişlikle bu korkunç illetin sonunu Protestan bir selamete bağlasa da gözden ırak tutulmaması gereken çok şey var. İlki Sam Coslow'un ünlü bir bestesi olan, filmin müzikleri içinde ayrı bir yere sahip "Sing You Sinners". 1930'ların ünlü "upbeat" korosu High Hatters'ın Frank Luther'ın sesiyle meşhur ettiği bir vodvil klasiği. İkincisi, yaşamı filme konu olan, tanınmış "kadın alkolik"lerden, aynı dönemin benzersiz sesi Lillian Roth. Nişanlısının düğün tarihinden bir hafta önce ölmesi üzerine ilk kez bir yudum aldığı içkinin hayatını tersyüz edişi. Tabii Bakkhacı bir neşeyi "demonyak" bir düşmüşlükle değişen alkoliklere hiçbir hakiki alkolik saygı duymaz ama yine de Lillian Roth'un o eşsiz sesine selam olsun. Son olarak, olağanüstü bir Lillian Roth kompozisyonu çizen Amerikalı aktris Susan Hayward. Bakışlarındaki derin tasallut bu denli aşina olmasa, belki de hiçbir şey bir kez olsun dönüp bakmaya değmezdi.

9 Mart 2009 Pazartesi

gecikirsen haber ver...


Da Vinci'nin "uomo universale"si her şeye eli eren bir zanaat hominisi değildir elbette. O, elinin erdiği her şeyi yalnızlığına katık etmiş bir ahir zaman çırağıdır. Olgun acılarının kıratında öyle yanıp durdu Sacha Guitry. Bir yazar, bir orkestra şefi, bir tiyatro yönetmeni, bir aktör olarak üstlendiği rollerin her biri berikileri gizlemeye, unutturmaya yarıyordu ya da. Hiç kimseden kıskanmadan sevdiği bir şişe Meudon ya da Ivry, Guitry'nin içindeki ne büyük bir kabilenin ganimetiydi kimbilir. Belki de yükünü paylaştığı nispette çoğalan bir mahremiyetti aradığı. Ne olduysa oldu, Sacha Guitry bir gün öldü. Tam beş kez evlenmiş bu büyük "misogyne", avcundan kayan son kadın elini ölçülü bir vedanın katıksız doğruluğuyla öptü.