24 Eylül 2009 Perşembe

Kıl Kendini Hakikat!...


Doğu ve Batı divanlarının çağdaş okura ulaşırken kat ettiği yol, çoğu isimsiz, kimi nam salmış uğrakların mucizesinde çığ toplayan bir kar tufanı gibi. Sadece kayıp ozanların yazgısı ya da saklanmayı seçen sufilerin tercihi değil, toprağı eşeleyen el kımıltısız bir tarihin irisine kristal bıçkıyla dokunurken çıkan kıvılcım da göz alıcı. Romantik dönemin şahikası Guido Cavalcanti'nin yolculuğu buna bir örnek. Önce Gabriel Rossetti'nin tartımlı, ses uçlarına kunt bir yalpa bağlanmış, müziği sabit hecelerin ıslığıyla kabaran, şairinin matrisiyle ülküdaş çevirisi. Sonra Ezra Pound'un "bol dökümlü", şairinin toy nefesiyle kavlak, acısı geçkin, söz müsrifi tercümesi. İki mülksüz mirasyedinin ılık bir halede yaşattığı tek bir Cavalcanti. Ama daha azametli örnek, Edward Fitzgerald'la (ya da FitzGerald'la) Ömer Hayyam'ın muvacehesi olmalı. Varlığının yok hükmünde sessiz bir ağıla çekilen Fitzgerald'ın, Hayyam'ın kor ezberinde ışığı bulması. İçkinin kırık kadranıyla ayar tutması hayatın. Kelimelerin uğultulu bir sözdeşliğin yankısından taşması, matuh bir yüzün kendi ikizine kapanması ve Fitzgerald'a suret olması Hayyam'dan alınan ölü maskının. "Bir de şarap testisinin yanına sersek namaz seccadesini diyen" İranlı'nın, koygun İngiliz'i işrete çağırışı.