alkol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alkol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2012 Perşembe

Son...

İçmek ya da içmemek. Ama mescal olmadığı zaman sonsuzluğu unutuyormuş gibi geldi ona; dünyanın gezginliğini, dünyanın Fırtınalar Burnunda dövülen Valparaiso'suna varamaması yazılı bir gemi olduğunu unutuyordu. Ya da cehennemdeki bir tımarhanenin penceresinden bir devin Herakles takımyıldızına doğru savurduğu bir golf topu olduğunu. Ya da Tomalin'e ve sonsuzluğa doğru yalpalaya yalpalaya giden bir otobüs olduğunu. Ya da biraz sonra, bir mescal daha içtikten sonra ne olacaksa...

Yanardağın Altında, Malcolm Lowry, Türkçesi: Sinan Fişek

30 Aralık 2011 Cuma

Tanıl Bora'nın "Elejiyak" İskoç Ummanına Katkı

28 Aralık 2011 tarihli Radikal'de yazdı Tanıl Bora. Rangers ve Celtic nam iki müstebit firmanın toza dumana boğduğu İskoç futbol liginde Sir Alex Ferguson'un Aberdeen'inden beri yaprak kımıldamıyor dedi. Hearts ve Motherwell'den dem vurdu. Glasgowlu iki elebaşının istibdadına karşı duramayan Edinburgh'un hazin suskunluğunu anlattı. Heyhat, kadim Edinborough'nun kaybetmişliğinden söz açacaksak, Motherwell'den önce alkolün islimiyle ağırlaşmış bir başka müseccel mağlup var. Leonard Cohen'in romanına atıfla, Gençlerbirliği'nden sonra kaybedenlerin en güzelinden söz etmeli. Alternatif mecranın şantiye şefi, ebedi ağrı kesici, ancak alkolde çözünen umutların ıslak avuçlu terkibi, efsane film Trainspotting'in kahramanı Mark Renton'ın odasında asılı bayraktaki muhtasar ismiyle "Hibs", nam-i diger Hibernian! Aşağıda bu azılı kaybedenlerin milli marşı var: Sunshine on Leith.

25 Kasım 2011 Cuma

Uzatma, Yarım Kalsın...


Başını koyacak mezar taşı arayan biriyseniz birkaç yol var: 1) Uzaklaşın. Şefkat kölesi aşk timsallerinden, tanımsız cisimlerden, stoperi küçükten tanıyan çizgi hakemlerinden, hızla gezegeninize yaklaşan uyanıklık halinden. 2) Anlaşın. Bakkalın "r"leri söyleyemeyen çırağıyla, çam rezenesini ardıç meşesi diye sokuşturan köylüyle, infaz hükmüne boyun kıran Nabokov'la, emekli aylığını Pursaklar'dan çeken Del Piero'yla. 3) Destek olun. Melanezya'ya bir kıpçak kabinesi kurulmasına, her artık günün eksik bir mahva eklenmesine, Jimmy Page'in Topuk Yaylası'nda muhtar, Simon Laplace'ın Bozyazı'da kimya öğretmeni olmasına. Bir de, Johnny Cash. Alkole çıkan yatışmış heves, karanlık korkusuna sinen ıslık sesi olmasın? Tamam, Johnny, dinlen artık.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Hangi Mantra Doğruyu Söyler?

Tadından yenmeyecek bir benzedrin krizinin ortasında adını hatırlayamadığı bir amfetamin solüsyonu kadar çabuk dağıldı hayal. Adını adsız alkoliklerden alan adsız bir ada adanmış kül grisi bir ömrün alkolik kahramanı o. Kendi tabiriyle "pharmaceutical uppers" için esinle dolu bir "bunco-artist". Annesi Jean Hilliker'ın 1958'de önce tecavüze uğrayıp sonra boğulması bütün bunlar için bir sebep midir? Kimbilir, bunu bir "jack-off sex" için saklanan eski bir uğurdan sonraya bırakmalı belki. Kehanet eksik akıllı bir yalnızlığın yan ürünüdür der hep. "Kültive" edilmiş bir piçliğin esir gözü onda yanıp söner. Eğitimli bir alkolik ağzını bozmaz, sövgüye tamah edenin yeri koridor yanıdır. Şişenin Dibi James Ellroy imzalı bir "White Jazz" sahibi olmakla övünse de, esas olan pembe toza boğulmuş LA Confidential'daki şaşkın tavşan taklididir. Siz de yapabilirsiniz.

3 Haziran 2011 Cuma

Hadi, Biraz Daha Üstele...

Kıtık dolu bir ruhu kuşandığın yaz, hangi yüze tutsan aynı sırrı susan ayna. Ezbere seçilmiş bir yol göstersene, kan tutan hafızanı kolan yerinden suya bırakacak, çıplak adımlarını sayacak çapa izlerine her değdiğinde, az yüründüğü besbelli. Ya da boşver, sen en iyisi birkaç gün bir yerlere git, Sony Stitt dinle, Kamelyalı Kadın'ı tekrar oku, bu kez taze biberiye koy pancar salatasına, bak bakalım kastanyet kelimesi nereden geliyor, bu defa Hannibal'in İskender'i yendiği bir düş gör, hiç olmadı, bir şişe daha burbon aç. Keten dirsek yamaları toplayan bir koleksiyoner oldu mu hiç hayatında? Peki bir vinç kolunun kaç devirde eskidiğini biliyor musun? Ya bir evi ev yapan iki şey, durmadan eksilen elbise askıları ve hiç giyilmemiş bir çift misafir terliği, buna ne diyeceksin? Görüyorsun, bir yenisini sormadan cevaplanabilen tek bir soru yok. Partner mi partöner mi doğrusu, bak, yine aynı şey. Burbon? O ne oldu?

27 Nisan 2011 Çarşamba

Güneş Değmesin Yüzüne!

Bir filmin değil de hayatın arka planında çalan bir müzik olsaydı Sibelius, hangi yarım akorun meskaliyle geceyi güne saymalıydı? Çok içtin babafingo diyen tüysüz bir idrakın eli tutulur, şakasına gülünür mü? Hangi süngüsü düşmüş alim suretiyle geri dönülür gaibe, ve sonra yüzlerin seyreldiği hangi aynanın eşiği ufku kamaşan bir neşeye yol olur? Hafızası köreldikçe vicdanı bilenen bir mahdumun gölgesine gelsin sıradaki şarkı. Heidelberg topçu birliğinde vatani görevini yapan Wagner, Dramstadt'ta efemera rüzgârıyla yıkanan Boulez, Salzburg'da strudel kremasına parmak banan Haydn, ve Viyana'da kulaklarını yıkatan Ludwig'in votkaya katık ettiği budur.

1 Mart 2011 Salı

sen koşma, topu koştur!

Topu ışıklı bir burca vurduğunda, fark etmedin mi bir mehil boyu kararan bütün yüzlerin sana benzediğini? Unuttuğunda hani verilmiş tüm sözleri, kan kokulu bir alıç değil miydi sesinde biten her vaat? Ölüye dokununca har, toprağa seslenince sır, kırılmış inadın değil mi güneşi geceden yetirmek? Sen Garrincha olsaydın, içmez miydin?

3 Şubat 2011 Perşembe

Sonunda Bütün Alkolikler Ölür!

"Gece gündüz başımdan ayrılmayan bir nöbetçi gibi," diyordun, ancak Jean Genet'nin yazabileceği Gülün Mucizesi'nde, "hatıran da öyle bekliyor kalbimi." Gizlemeye çalışmak boşuna. Bulkaen'di o, herkes biliyor. Tüm aşkları biricik kılan "ilahi adaletsizliğe" kafa yorduğun günlerdi. İsyanı isyan için, oyunu oyun için istediğin zamanlar. Düşmüşlüğün billur hazzıydı alkole kattığın ne varsa. Bir Guise dükü kadar ince, bir Lorraine şövalyesi kadar silahsız, aklında sadece bir gülün hışmıyla akan zar gibi bir pelikül, dilin kamaşan sessizliğin adıyla yüklü, zaman ateşe verilmiş bir kendir balyası. Tam yüzyıl olmuş, sen sahipsiz bir muammaya adını vereli.

6 Ocak 2011 Perşembe

İşte o kız!

"Haydi kapatıyoruz" dediklerinde uyuşmuş parmaklarını sönmüş kireç haznesinden, lityum dolu ruhunu kan toplamış dikiş izlerinden, kemiğe kaynamış acıları sakırga nefesiyle tükettiği ömürden çekip ayırdı Dusty Springfield. Hayat denen tatsız şakanın ipini çözdüğünde mi çok içmişti, yoksa her içtiğinde bir dişli mi atıyordu zamandan, kimse bilemedi. Bir derkenar olduğu hissiz boşluk, kılıç pasıyla sildiği gözyaşları, maltız kokan nefesi geçkin hazların, hepsini aynı adla çağırdı. Aya çaput bağlamaya çıkmış kızların ilkiydi, açık yaralarından sambuca içenlerin sonuncusu.

16 Aralık 2010 Perşembe

Ölümsüz!

"Sıkıysa güneşe çıplak gözle bak," dedi kız. "Bundan bir kadeh daha var mı?" dedi Raymond. "Bir gün," dedi kız, "ağaçlıklı bir yolun sonunda, geçkin sayılabilecek bir acının suretiyle, kuzgun gözleri gibi göğe işaretlenmiş, yaralarının isliminden çivit gibi akan alkolü tanıdığımda, bu tutsak benliğin, bu karşılıksız iyiliğin, bu gem almaz ilhamın sahibini sorunca verdiler adını. Kısa öykü yazıyormuşsun, tüm derdin sevilmekmiş, önemsiz saydığın bir iki şiir de yazmışsın. Biri eve dönerken kaybolan tıfıl bir oğlan, öbürü nefesinde helmelenen sağır ırmak, ve daha bir sürü şey. Dedim ki, elinde bir cembiye, soluğunda bir elmas kopçayla bekliyor olmasın beni bu izlerin ardında? Usanmasın beklemekten düşkün bir ece uzattı diye yolunu. Hani, vazgeçmesin durduk yere. Ha, bir de, o kadar şeyi tek başına içmiş olabilir mi?" "Aslında," dedi Raymond, "bir ara işler yolunda gitmedi değil." Son bir yudum "petit verdot" kalmıştı kadehinde. "Öyleyse," dedi kız, "biz ölümsüzüz." Ölümsüzüz," diye yineledi Raymond.

27 Ekim 2010 Çarşamba

"Bir gün öldüreceksin en sonunda sen beni..."

Hiç öğrenmediğimiz değil de, unuttuğumuz hangi dilin hurucuydu karanlık bir ısfın eliyle tutup bıraktığın? Hangi acının ezberinde bir fetret buldun da bir kadeh rakının isliminde boğdun onu? Reha bulmadın, tamam, iyi de bu işvenin cevheri hangi istanbulun kayıp kopçasıydı ki sen avcunda onunla doğdun? Bu nasıl bir armağandır, ablaların en güzeli, ülfetin en hasıyla öper rakı kadehinin hiç açılmamış tarhını? Uyan da sor, ne haldeyiz.

14 Ekim 2010 Perşembe

Dikkat Et, Silahı Var!

Düşmüş meleklerin uğuru da bir yere kadar, parklarda yatıp Ingilizce yazan Alsacelı bir alkoliği kim ne yapsın? Ama bu düşmüşlük bir muskaydı Maxwell'in boynunda. Yeşil kuşanmış elma ağaçlarından daha mutlu olduğunu iddia ederdi, düş yüklü uykuların huzur vermediğini bir de. Kendi haykırışından yine bir haykırışla kovulduğunu düşlerdi. Delilik, derdi, Nisan tazeliğine boğulmuş bir hiperbol aslında. Çocukla kurtizan, diye sorardı, aynı işretin doru halesini sarınmıyor mu? İçki parası için kendi karısını sattığı bir adamın silahından çıkan kurşunlarla öldü. Gafletle günah arasındaki kırık bendi alkolün safrasıyla doldurarak.

1 Ekim 2010 Cuma

Bir de "Alla Marcia Notturna" Çalsana!

Değil mi ki bir koronun heybeti ıssız bir "tuşe"nin kavlak ciğerleri gibi söner, ne kalır geriye? Şimdi sen "Soroçintsıy Panayırı"nı koyduğun yerde bulamıyorsan, Boris Godunov kılığında partiye dönen her mesih ilk içkiye para mı ödeyecek? Hadi ödedi, yarım bıraktığın her "scherzo" bir define haritasının sende kalan parçası olsun, öbür yarının sahibini hangi adla çağıracağız? Yekesi boşalmış bir allegro tutturdun diyelim, şimdi müzikal bir "dimotoiki"nin sınırını sen çiziyorsan, hangi adımla gireceğiz kısmeti bağlı bir ifratın eşiğinden? Çok içtin, Modest Mussorgsky, ilk hasata kadar bitmezse o Hovanşçina partisyonu, kazananı kura belirleyecek çaresiz.

14 Eylül 2010 Salı

"Ben unuttum tüm olanları..."

Avernus Gölü kuruyunca nereye gideceksin? Bir brandy için kaç ölçü ispinoz kıkırdağı gerekirdi? Zapata'ya Yankee Doodle dinlettiğin doğru mu? Sorular, sorular... İç Savaş'ta kuzey tahkimatının peşrev toplarına barut süren askerden Pancho Villa isyanını bir kronikçi abadıyla bezemek için gittiği Meksika'da gaibe karışan gazeteciye kadar bin bir farklı kılıkta içti Ambrose Bierce. Hâlâ Amerikan edebiyatının en büyük karamizah klasiği sayılan "Şeytanın Sözlüğü" yaşama dair en etraflı kavram envanteri olmayı sürdürüyor. Tabii ne karsının ölü bedenini toprağa verirken uykuya dalan Murlock unutuldu, ne de Owl Creek Köprüsü'nde asılırken misket saçmalarını sayan Peyton Farquhar. Öldüğünü söylüyorlar, editörü Kral Radamantos'la yeni bir dekalog yazmak için kırk kasa rom karşılığında anlaştığı yalan mı peki? Kurudu diyelim Avernus Gölü, sonra?

26 Ağustos 2010 Perşembe

Roisin Dubh

Bir İrlanda panteonu yaratmaya Phil Lynott'tan önce niyet eden olmadı. Thin Lizzy'nin o siyahi basçısı, söz yazarı, kronik münzevisi. Gary Moore'la birlikte yaptıkları Black Rose'un şecere ehli dâhisi. Ne Synge'in Batılı playboyu eksikti, ne Joyce'un kaçkın Mulligan'ı, ne her şeyin "en iyisini bilen" George ('Georgie knows best'), ne de IRA bombacısı Brendan Behan. Bir delibozuk hayatın Borstal Boy'u Brendan, ne var ne yoksa içip ölmeden önce, kısılıp kaldığı Laoghaire'in ıstırabını eğirdi yıllar yılı. Liverpool'daki dokları havaya uçurmaya yeltendiğinde, Mountjoy'daki mahpusluğunu anlatırken, veya hasta yatağında kardeşi Brian'ı tevbih ettiği korkunç gülümsemenin tadını çıkardığı sıra, hep aynı şeyi söyledi: "Alkol problemi olan bir yazar değilim, yazmayla sorunu olan bir alkoliğim." O vadesi dolmuş bir Gaelce'nin sırrıyla avunurken, Phil ona hâlâ Black Rose'un kunduz hışmıyla sesleniyor: "Sahi, kaç zamandır neredesin Brendan?"

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Fısıltıyla, Utanarak...

Avurdundaki çizik hangi dilde "perşembe" demek? Yolunu kaybetmiş bir "odradek" olabilir mi? Bütün gece Marcel Duchamp'la birlikte "cassis" içtik diyor ama bu asbest kokusu neyin nesi? Ama bir dakika, tabii ya, bir sonsuzluk şerhi düşmeden geceye, çıkmayan lekelerin adını "macchiaoli" koymadan az evvel, veya André Salmon'un portresindeki iris yırtığını güherçileyle yamadıktan çok sonra, hiç olmadı, sepya bir ıslık çalan tüm alçı kanatlı melekleri yangından kurtarmadan biraz önce, uyku güvez renkli bir tül gibi avuçlarında kapandığı sıra o son şişe "pastis"i de açmış olmalı. İki şeyi bu yolla keşfetti Amedeo Modigliani. Tuvaldeki sancının kalbine teyelli uzak ufkunu ve Jeanne Hébuterne'in bakışındaki ehil yazgıyı. Père-Lachaise'de bir tek bu ikisinin mezarı herkes gittikten sonra salıncak oluyor.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Hiç Değilse Bir Kadeh...

"Çünkü o zamanlar televizyon yoktu" derler, neden Koca Yusuf'tan geriye tek bir "hareketli" kare kalmadığını anlatmak için. Doğru, televizyon yoktu belki, ama sinematograf vardı. Öyle olmasa 34'te Schiavio'nun Çeklere uzatmada attığı golü seyretmek nasıl mümkün olacaktı, Just Fontaine'in hâlâ kırılamayan rekoruna tanıklık etmek ya da... Veya hınca hınç dolu Maracana'da yaşanan Uruguay bozgunu sonrası stadın adının "Maracanaço" olmasına yol açan o sessiz hüznü nasıl görecekti sonraki nesiller? Kaçan gole yazıklanmak yerine, burada hayatın tam doksana giderken çeldiği topun uğuruna bel bağlamalı belki. Yusuf Tunaoğlu'nu bir tek kez topa vururken seyretmemiş onca insan kulaklarına çalınan efsanenin kahramanını bir epope dinler gibi dinler miydi başka türlü? Futbol ecinnisinin kendisine sakladığı bu benzersiz topçu tam on yıl önce bugün öldü. Türkiye'nin "beşinci beatle"ı, anlatılan o ki, hiç elinden düşürmediği kadehiyle daha uzağa işliyor bu ukdenin menzilini. Yetim kalan tüm çilingirlerin selamı olsun. Işık içinde yat, güzel ağabey.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kredi Kartına Sekiz Taksit, Her Şey Dahil: Treblinka!

O koca yelpazenin bir ucunda Goehring, öbür ucunda Beethoven durunca insan bilemiyor Alman toplumu için hangisinin bir anomali olduğunu. Daha açık söylersek: Hangisi daha "emblematique" bir figür acaba Alman toplumu için? Rivayet muhtelif. Mecmuanız Şişenin Dibi cin kovarken takındığı tüm iyimserlikle Beethoven'in yanında. Ne ki, hiçbir şey şişede durduğu gibi durmuyor. "Marca" ile birlikte İspanya'nın iki büyük spor gazetesinden biri olan "As" bugün şöyle yazıyor: "Visca España!" O müthiş hamleyle bütün "bock"ların dibine darı eken Carles Puyol'un etnik kökenine atfen ona Katalanca selam ediyorlar! Aşikâr ki, etnik barış tamamı bireylerden ibaret iki insan topluluğu arasında oluyor. Joaquin Cortes İspanya şampiyon olursa "güneş kapısı" Puerta del Sol'un orta yerinde dans edecekmiş. Hollandalı porno yıldızı Bobbie Eden ise herkese bir oral vaat ediyor. Heyecanlanmayın hemen, sizin maçınız değil bu.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Son Bir Arzunuz?

Dünya kocaman bir yer, oysa Endülüs ufacık. Sonsuz bir ıstırabın hazzı ancak orada bulur sahibini. Çingene bayramı "zambra" gelip çattığı vakit, neresinden tutsanız elinizde kalır hayat. Flamenkocular gelip toplandığında, önce büyük üstad Camaron de la Isla'ya selam durulur. Malum, kırk bir genç bir yaş, alkolden ne erken hasat alınıyor bazen! Sonra, ancak Rebet hüznüne eş bir "duende" tutar havayı. Flamenko cini duende, yani sesli görüntüsü hayattan kopuşun, arasanız bulunmayacak bir tılsımın kan oturmuş izbesi, ihtilaçlı bir yankı verir sesinize. Ardından, derin şarkı "cante jondo" başlar, xerez içerken aldığınız meşe tadını alkolden yetirdiğiniz güne katık etmeye gelmiştir. Nihayet, tüm bu "juerga", yani en kıymetli safrası hayatın, ışıksız bir öğle sonrasının lombozundan denize boşalır. Resimdeki kadın mı? Estrella Morente.

17 Haziran 2010 Perşembe

Hadi, Sadece Bir Gülücük

İnsanın kendisine sadık kalmasının yolları çeşitli, örneğin bir erkek için alkol ve kadın konusunda tedarikli olmak yardımcı olabilir. Ama Chandler'da tabiat yasasına dönüşen bu pratiğin, dokundukça ağlayan bu yurtsuz hezeyanın izleri daha derine işliyor sanki. İmdi, çözülecek sorunları bunların ne kadar elzem olduğuna bakarak bir öncelik sırasına koyalım: Önce tek buzlu, içine yarım ölçü maden suyu koyduğun bir burbon al kendine. Sonra, telif temsilcin ve genç aşkın Helga Greene'e git ve onu artık sevmediğini söyle. İkinci kadeh burbonu almadan evvel bir kalem bul, üçüncü kadehten önce sevgilin Jean Fracasse'ı arayarak bu işin böyle yürümeyeceğini söylemen gerektiğini bir yere not düş. Şişeyi yarılamadan evvel Sonia Orwell'e bir telefon aç ve ondan uzak, bir miktar kafanı dinlemen gerektiğini anlat. İkinci şişeye başlamadan önce Natasha Spender'a bir mektup yaz ve kocasına dönmesinin her ikiniz için de doğru olacağını anlat ona. Sonra, bütün bu olanları unutmak için bir kadeh viski al kendine. Ve bütün bunları birkaç saat içinde yap, zira Phillip Marlowe'la kafa kafaya verip "The Big Sleep"i yazacaksınız daha.