16 Aralık 2010 Perşembe

Ölümsüz!

"Sıkıysa güneşe çıplak gözle bak," dedi kız. "Bundan bir kadeh daha var mı?" dedi Raymond. "Bir gün," dedi kız, "ağaçlıklı bir yolun sonunda, geçkin sayılabilecek bir acının suretiyle, kuzgun gözleri gibi göğe işaretlenmiş, yaralarının isliminden çivit gibi akan alkolü tanıdığımda, bu tutsak benliğin, bu karşılıksız iyiliğin, bu gem almaz ilhamın sahibini sorunca verdiler adını. Kısa öykü yazıyormuşsun, tüm derdin sevilmekmiş, önemsiz saydığın bir iki şiir de yazmışsın. Biri eve dönerken kaybolan tıfıl bir oğlan, öbürü nefesinde helmelenen sağır ırmak, ve daha bir sürü şey. Dedim ki, elinde bir cembiye, soluğunda bir elmas kopçayla bekliyor olmasın beni bu izlerin ardında? Usanmasın beklemekten düşkün bir ece uzattı diye yolunu. Hani, vazgeçmesin durduk yere. Ha, bir de, o kadar şeyi tek başına içmiş olabilir mi?" "Aslında," dedi Raymond, "bir ara işler yolunda gitmedi değil." Son bir yudum "petit verdot" kalmıştı kadehinde. "Öyleyse," dedi kız, "biz ölümsüzüz." Ölümsüzüz," diye yineledi Raymond.

27 Ekim 2010 Çarşamba

"Bir gün öldüreceksin en sonunda sen beni..."

Hiç öğrenmediğimiz değil de, unuttuğumuz hangi dilin hurucuydu karanlık bir ısfın eliyle tutup bıraktığın? Hangi acının ezberinde bir fetret buldun da bir kadeh rakının isliminde boğdun onu? Reha bulmadın, tamam, iyi de bu işvenin cevheri hangi istanbulun kayıp kopçasıydı ki sen avcunda onunla doğdun? Bu nasıl bir armağandır, ablaların en güzeli, ülfetin en hasıyla öper rakı kadehinin hiç açılmamış tarhını? Uyan da sor, ne haldeyiz.

14 Ekim 2010 Perşembe

Dikkat Et, Silahı Var!

Düşmüş meleklerin uğuru da bir yere kadar, parklarda yatıp Ingilizce yazan Alsacelı bir alkoliği kim ne yapsın? Ama bu düşmüşlük bir muskaydı Maxwell'in boynunda. Yeşil kuşanmış elma ağaçlarından daha mutlu olduğunu iddia ederdi, düş yüklü uykuların huzur vermediğini bir de. Kendi haykırışından yine bir haykırışla kovulduğunu düşlerdi. Delilik, derdi, Nisan tazeliğine boğulmuş bir hiperbol aslında. Çocukla kurtizan, diye sorardı, aynı işretin doru halesini sarınmıyor mu? İçki parası için kendi karısını sattığı bir adamın silahından çıkan kurşunlarla öldü. Gafletle günah arasındaki kırık bendi alkolün safrasıyla doldurarak.

1 Ekim 2010 Cuma

Bir de "Alla Marcia Notturna" Çalsana!

Değil mi ki bir koronun heybeti ıssız bir "tuşe"nin kavlak ciğerleri gibi söner, ne kalır geriye? Şimdi sen "Soroçintsıy Panayırı"nı koyduğun yerde bulamıyorsan, Boris Godunov kılığında partiye dönen her mesih ilk içkiye para mı ödeyecek? Hadi ödedi, yarım bıraktığın her "scherzo" bir define haritasının sende kalan parçası olsun, öbür yarının sahibini hangi adla çağıracağız? Yekesi boşalmış bir allegro tutturdun diyelim, şimdi müzikal bir "dimotoiki"nin sınırını sen çiziyorsan, hangi adımla gireceğiz kısmeti bağlı bir ifratın eşiğinden? Çok içtin, Modest Mussorgsky, ilk hasata kadar bitmezse o Hovanşçina partisyonu, kazananı kura belirleyecek çaresiz.

14 Eylül 2010 Salı

"Ben unuttum tüm olanları..."

Avernus Gölü kuruyunca nereye gideceksin? Bir brandy için kaç ölçü ispinoz kıkırdağı gerekirdi? Zapata'ya Yankee Doodle dinlettiğin doğru mu? Sorular, sorular... İç Savaş'ta kuzey tahkimatının peşrev toplarına barut süren askerden Pancho Villa isyanını bir kronikçi abadıyla bezemek için gittiği Meksika'da gaibe karışan gazeteciye kadar bin bir farklı kılıkta içti Ambrose Bierce. Hâlâ Amerikan edebiyatının en büyük karamizah klasiği sayılan "Şeytanın Sözlüğü" yaşama dair en etraflı kavram envanteri olmayı sürdürüyor. Tabii ne karsının ölü bedenini toprağa verirken uykuya dalan Murlock unutuldu, ne de Owl Creek Köprüsü'nde asılırken misket saçmalarını sayan Peyton Farquhar. Öldüğünü söylüyorlar, editörü Kral Radamantos'la yeni bir dekalog yazmak için kırk kasa rom karşılığında anlaştığı yalan mı peki? Kurudu diyelim Avernus Gölü, sonra?

26 Ağustos 2010 Perşembe

Roisin Dubh

Bir İrlanda panteonu yaratmaya Phil Lynott'tan önce niyet eden olmadı. Thin Lizzy'nin o siyahi basçısı, söz yazarı, kronik münzevisi. Gary Moore'la birlikte yaptıkları Black Rose'un şecere ehli dâhisi. Ne Synge'in Batılı playboyu eksikti, ne Joyce'un kaçkın Mulligan'ı, ne her şeyin "en iyisini bilen" George ('Georgie knows best'), ne de IRA bombacısı Brendan Behan. Bir delibozuk hayatın Borstal Boy'u Brendan, ne var ne yoksa içip ölmeden önce, kısılıp kaldığı Laoghaire'in ıstırabını eğirdi yıllar yılı. Liverpool'daki dokları havaya uçurmaya yeltendiğinde, Mountjoy'daki mahpusluğunu anlatırken, veya hasta yatağında kardeşi Brian'ı tevbih ettiği korkunç gülümsemenin tadını çıkardığı sıra, hep aynı şeyi söyledi: "Alkol problemi olan bir yazar değilim, yazmayla sorunu olan bir alkoliğim." O vadesi dolmuş bir Gaelce'nin sırrıyla avunurken, Phil ona hâlâ Black Rose'un kunduz hışmıyla sesleniyor: "Sahi, kaç zamandır neredesin Brendan?"

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Fısıltıyla, Utanarak...

Avurdundaki çizik hangi dilde "perşembe" demek? Yolunu kaybetmiş bir "odradek" olabilir mi? Bütün gece Marcel Duchamp'la birlikte "cassis" içtik diyor ama bu asbest kokusu neyin nesi? Ama bir dakika, tabii ya, bir sonsuzluk şerhi düşmeden geceye, çıkmayan lekelerin adını "macchiaoli" koymadan az evvel, veya André Salmon'un portresindeki iris yırtığını güherçileyle yamadıktan çok sonra, hiç olmadı, sepya bir ıslık çalan tüm alçı kanatlı melekleri yangından kurtarmadan biraz önce, uyku güvez renkli bir tül gibi avuçlarında kapandığı sıra o son şişe "pastis"i de açmış olmalı. İki şeyi bu yolla keşfetti Amedeo Modigliani. Tuvaldeki sancının kalbine teyelli uzak ufkunu ve Jeanne Hébuterne'in bakışındaki ehil yazgıyı. Père-Lachaise'de bir tek bu ikisinin mezarı herkes gittikten sonra salıncak oluyor.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Hiç Değilse Bir Kadeh...

"Çünkü o zamanlar televizyon yoktu" derler, neden Koca Yusuf'tan geriye tek bir "hareketli" kare kalmadığını anlatmak için. Doğru, televizyon yoktu belki, ama sinematograf vardı. Öyle olmasa 34'te Schiavio'nun Çeklere uzatmada attığı golü seyretmek nasıl mümkün olacaktı, Just Fontaine'in hâlâ kırılamayan rekoruna tanıklık etmek ya da... Veya hınca hınç dolu Maracana'da yaşanan Uruguay bozgunu sonrası stadın adının "Maracanaço" olmasına yol açan o sessiz hüznü nasıl görecekti sonraki nesiller? Kaçan gole yazıklanmak yerine, burada hayatın tam doksana giderken çeldiği topun uğuruna bel bağlamalı belki. Yusuf Tunaoğlu'nu bir tek kez topa vururken seyretmemiş onca insan kulaklarına çalınan efsanenin kahramanını bir epope dinler gibi dinler miydi başka türlü? Futbol ecinnisinin kendisine sakladığı bu benzersiz topçu tam on yıl önce bugün öldü. Türkiye'nin "beşinci beatle"ı, anlatılan o ki, hiç elinden düşürmediği kadehiyle daha uzağa işliyor bu ukdenin menzilini. Yetim kalan tüm çilingirlerin selamı olsun. Işık içinde yat, güzel ağabey.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kredi Kartına Sekiz Taksit, Her Şey Dahil: Treblinka!

O koca yelpazenin bir ucunda Goehring, öbür ucunda Beethoven durunca insan bilemiyor Alman toplumu için hangisinin bir anomali olduğunu. Daha açık söylersek: Hangisi daha "emblematique" bir figür acaba Alman toplumu için? Rivayet muhtelif. Mecmuanız Şişenin Dibi cin kovarken takındığı tüm iyimserlikle Beethoven'in yanında. Ne ki, hiçbir şey şişede durduğu gibi durmuyor. "Marca" ile birlikte İspanya'nın iki büyük spor gazetesinden biri olan "As" bugün şöyle yazıyor: "Visca España!" O müthiş hamleyle bütün "bock"ların dibine darı eken Carles Puyol'un etnik kökenine atfen ona Katalanca selam ediyorlar! Aşikâr ki, etnik barış tamamı bireylerden ibaret iki insan topluluğu arasında oluyor. Joaquin Cortes İspanya şampiyon olursa "güneş kapısı" Puerta del Sol'un orta yerinde dans edecekmiş. Hollandalı porno yıldızı Bobbie Eden ise herkese bir oral vaat ediyor. Heyecanlanmayın hemen, sizin maçınız değil bu.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Son Bir Arzunuz?

Dünya kocaman bir yer, oysa Endülüs ufacık. Sonsuz bir ıstırabın hazzı ancak orada bulur sahibini. Çingene bayramı "zambra" gelip çattığı vakit, neresinden tutsanız elinizde kalır hayat. Flamenkocular gelip toplandığında, önce büyük üstad Camaron de la Isla'ya selam durulur. Malum, kırk bir genç bir yaş, alkolden ne erken hasat alınıyor bazen! Sonra, ancak Rebet hüznüne eş bir "duende" tutar havayı. Flamenko cini duende, yani sesli görüntüsü hayattan kopuşun, arasanız bulunmayacak bir tılsımın kan oturmuş izbesi, ihtilaçlı bir yankı verir sesinize. Ardından, derin şarkı "cante jondo" başlar, xerez içerken aldığınız meşe tadını alkolden yetirdiğiniz güne katık etmeye gelmiştir. Nihayet, tüm bu "juerga", yani en kıymetli safrası hayatın, ışıksız bir öğle sonrasının lombozundan denize boşalır. Resimdeki kadın mı? Estrella Morente.

17 Haziran 2010 Perşembe

Hadi, Sadece Bir Gülücük

İnsanın kendisine sadık kalmasının yolları çeşitli, örneğin bir erkek için alkol ve kadın konusunda tedarikli olmak yardımcı olabilir. Ama Chandler'da tabiat yasasına dönüşen bu pratiğin, dokundukça ağlayan bu yurtsuz hezeyanın izleri daha derine işliyor sanki. İmdi, çözülecek sorunları bunların ne kadar elzem olduğuna bakarak bir öncelik sırasına koyalım: Önce tek buzlu, içine yarım ölçü maden suyu koyduğun bir burbon al kendine. Sonra, telif temsilcin ve genç aşkın Helga Greene'e git ve onu artık sevmediğini söyle. İkinci kadeh burbonu almadan evvel bir kalem bul, üçüncü kadehten önce sevgilin Jean Fracasse'ı arayarak bu işin böyle yürümeyeceğini söylemen gerektiğini bir yere not düş. Şişeyi yarılamadan evvel Sonia Orwell'e bir telefon aç ve ondan uzak, bir miktar kafanı dinlemen gerektiğini anlat. İkinci şişeye başlamadan önce Natasha Spender'a bir mektup yaz ve kocasına dönmesinin her ikiniz için de doğru olacağını anlat ona. Sonra, bütün bu olanları unutmak için bir kadeh viski al kendine. Ve bütün bunları birkaç saat içinde yap, zira Phillip Marlowe'la kafa kafaya verip "The Big Sleep"i yazacaksınız daha.

10 Haziran 2010 Perşembe

Şeytan Çıkmazı

Yeryüzünün İspanyol dilinde yazan en dikkate değer, en gizemli kadın şairlerinden birinin, uzak akraba Clara Janes'in sözleriyle: "O adanın ücra bir köşesinde, kızının ölümünden sonra yazmayı bırakıp içki şişesinden başka hiçbir şeye elinin gitmediği zamanlardı. 'Hamlet'le Bir Gece'yi yazdığı o eşsiz akşamüzeri, biliyordum, Kampa eski Kampa değildi artık." Kampa, nam-ı diğer Certovka, nam-ı diğer Şeytan Akıntısı, Mala Strana'nın batısına düşen bir vaha Prag'ın orta yerinde. O inzivanın esir kahramanı, çalıntı şairi, kör sarhoşu, içe akan koru, sabır taşı Vladimir Holan. Karanlık bir cevahir gibi geçti Prag'ın, hayatın, şiirin içinden. Bir söz vardı dilinin ucunda, o da cılız ömründen eksildi. Bir yetim kızın babasıydı, o da öldü erkenden. Raymond Queneau "İkaros'un Uçuşu"nda anlatmıştı ışığa çok yaklaşmanın cezasını. Holan o kadim inada bir de ad buldu gitmeden önce. Ve Hamlet'in yakarışıyla çağırdı her sahipsiz akıbeti: "Ruh ileri atılır da, hep bir kapı kapanmaz mı ardından."

21 Mayıs 2010 Cuma

İntihar Bu, Oyuncak Değil...

Doğru, akubaların çiçek açmasını, akçaağacın boy atmasını beklemekle tükenecek gibi değil zaman. Yüzyıllar geçse kararını bulamayacak kaç sözün mekiğiyle örülmedi zahir. Düşünsene, kaç başarısız teşebbüsten sonra ilmini alabildin intiharın, kaç sessiz yakarının adağıydı kıydığın ömür. Formoza'nın yanık suları ılınmış bir sake gibi değdiğinde dudağına, bir hesap et bakalım, kaç alkoliğin kararmış sabrıyla varılır tek bir sabaha. Korkunun billuru kendinden esirgediğin hayat olmasın? Boğulduğun nehir uyanmış mıdır öğle uykusundan? Neyse, sonra konuşuruz.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Çözünükler, Giyinikler, ve diğerleri...

Varislerine Mazatec şırası sürüp deri çatlakları için çözülmüş klorin kullanan bir neslin “etken madde”siydi Timothy Leary. İçine tanrı kaçmış (enteojen) bir kuşağın yarı sentetik cennetine tek yön bilet kesen bir karaborsacı ya da. FBI kapısını çaldığında yuttuğu koçan, alkali kokan nefesinde billura keserdi. Ayrıntılı prospektüs bilgilerine gelince: Kültür kodamanlarının yol açtığı parmak ucu yangısına, jurnalistik pekliğe, “scat” ritmine ezan ve klakson sesi karışmış sonorik cesamet ve şebeke kirliliğine, üniversite orunlarından taşan fosforik bataklık ışığına, iktidarla arada var olması gereken güvenli takip mesafesinin yitiminden kaynaklanan pülmonik karakter aşınması ve skizofazik dil iltihaplarına, sanatsal ya da politik angajmanların yarattığı mukus yolu tahrişi ve bir türlü tutmayan fistül dikişlerine, kırk beş kelimeyle ifade bulan her merama ve bilinmeyen bir dilde edilen her duaya karşı yüzde yüz endikedir. Yan etkisi yoktur. Yine de, beklenmedik bir etkiyle karşılaştığınız takdirde çırılçıplak sokağa fırlayıp karşınıza çıkan ilk kişiye Bağlum dolmuşlarının Çalıseki’den geçip geçmediğini sorun.

7 Mayıs 2010 Cuma

Vre İlyas, Vre Stavris!

Şimdi bir Küçük Asya Felaketi düşünelim ki İlias Venezis'in "Exodus"ta anlattığı Ayvalı meyhaneleri cayır cayır yansın. Hatta, yine Venezis'in "Aolya"da anlattığı zeytinlikleri göremeyelim bir daha. Çavuş Metaxa bütün zulasını yüklenip sırra kadem bassın. Sonra, adını Çeşme'ye (ölü sevgilim benim) veren Atina banliyösü Eksarhiya'da henüz 16 yaşındaki Alexandros'u vursunlar. Sonra da bütün Hellas sokağa dökülsün. Suyun öte yanında Ritsos'un sabır öğüten kardeşleri hayatı bir de tersten okumayı öneriyor. "Boğuluyorum, derin denizlere at beni" diyen Rebet muştasıyla donatmak göğü, bilemek hevesleri, sonra da Stavris'in kırçıl sesini Leo Ferre'nin ağlatan neşesine katmak: "Yüz tane anarşist bulup getirin bana, ki biri bile yaşamasın."

3 Nisan 2010 Cumartesi

Şey, garnizon ne tarafta?

İspanya İç Savaşı bittikten çok sonraydı, ufuneti dinmeyen bir acının haresiyle tutunurken yaşama, ucu kaçmış bir gecenin ısfıyla donanırken zaman, ve tutulmayan sözlerin müjdesiyle değişildiği vakit hayat, kendisine bir içki daha aldı Robert Motherwell. Simsiyah boyadığı kanvas, soludukça tükenen havanın işkili, uzadıkça tatsızlaşan her iyi şey, kıyısız bir nehre akıyordu artık. Baktı ki gece sabaha dönecek, bir içki daha aldı. Fazla alkol zararlıydı kuşkusuz, ama fazla yaşamak da öyle. Bu ifratın ecesi geldiği yere döndü, siz de öyle yapın.


Resim: İspanya İç Savaşı'na Övgü, Robert Motherwell.

23 Mart 2010 Salı

Bir Ölü Kaç Serçe Eder?

Hiç varoluşsal bir soru gibi durmuyor: Toprağın mahut sessizliğine avuç avuç krizantem tohumu gömdüğün gecenin varakı mı daha ağır, yoksa tüfeğin namlusunu kalbine denk getirmek mi daha zor? Karanfil gibi çiğnediğin sırça nefes şimdi alkolün hangi çağını solur, bilebilir misin? O tek el silah sesini siz de duydunuz mu? Tüm serçelerin düş bekçisi, Sparklehorse'un söz yazarı, şarkıcısı, şairi Mark Linkous 6 Mart'ın ilk saatlerinde kalbine nişan almıştı. İhtimal ki oradan geldi o ses. Sorkun dallarından bir yarımay örüp, alkolün masadıyla bilemişti halesini. Nasıl yapılacağını da anlatmıştı hatta:


Looking for a good place to rest / your head upon my chest / and I can feel the pillow of your breast / you are worth of hundreds of sparrows.

24 Şubat 2010 Çarşamba

20 Şubat 2010, Ankara...



Yarana tütün bas dedikleri böyle bir şey mi? Sahip olduğu en büyük gücü tarifsiz bir müşkülden devşiren insanların hikâyesi ne anlatıyor? Hangi çığlık erimine dar gelen bir sesin hızıyla sahibine döner ya da mutluluktan sedef döken hangi yüz bu kızınki kadar tatlı? Peki hangisi berikine yol gösteriyor? Kız mı adam mı? Hangi sırrı tutmanın, hangi şişede balık olmanın mükafatı tekel işçisinden pey almak?




Fotoğraf: Hatice Aydoğdu

17 Şubat 2010 Çarşamba

Carpe Nocte, Herr Müller!

Potsdam'da bulunan bir bahçede Gundling'in sesine uyandığın veya Vitebsk'i papazları kesen Vendée alayının zifaf odası seçtiğin için eksik olma. Sonra, Argonotları kıyısız bir nehre kadar geçirdiğin ve Valmont'u "kokot" acılarından kurtarıp yaralarını pelüşe sardığın için şan olsun! Ayrıca, Alkestis'i Prusya genel valiliğinden azledip Napolyon'u seferi saydığın ve Woyzeck'i kuru mamayla beslediğin için, izninle, pes! Yazıyı ilga ederek yazdı Heiner Müller. Ne karanlık bir verbalizm örttü şeffaf vicdanını ne acıdan yetirdiği neşe az geldi tastamam ömrüne. Kozmogonik bir sır kattı alkolün emanet yazgısına. İstese pekâlâ bırakırdı puroyu.