18 Ağustos 2010 Çarşamba

Fısıltıyla, Utanarak...

Avurdundaki çizik hangi dilde "perşembe" demek? Yolunu kaybetmiş bir "odradek" olabilir mi? Bütün gece Marcel Duchamp'la birlikte "cassis" içtik diyor ama bu asbest kokusu neyin nesi? Ama bir dakika, tabii ya, bir sonsuzluk şerhi düşmeden geceye, çıkmayan lekelerin adını "macchiaoli" koymadan az evvel, veya André Salmon'un portresindeki iris yırtığını güherçileyle yamadıktan çok sonra, hiç olmadı, sepya bir ıslık çalan tüm alçı kanatlı melekleri yangından kurtarmadan biraz önce, uyku güvez renkli bir tül gibi avuçlarında kapandığı sıra o son şişe "pastis"i de açmış olmalı. İki şeyi bu yolla keşfetti Amedeo Modigliani. Tuvaldeki sancının kalbine teyelli uzak ufkunu ve Jeanne Hébuterne'in bakışındaki ehil yazgıyı. Père-Lachaise'de bir tek bu ikisinin mezarı herkes gittikten sonra salıncak oluyor.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Hiç Değilse Bir Kadeh...

"Çünkü o zamanlar televizyon yoktu" derler, neden Koca Yusuf'tan geriye tek bir "hareketli" kare kalmadığını anlatmak için. Doğru, televizyon yoktu belki, ama sinematograf vardı. Öyle olmasa 34'te Schiavio'nun Çeklere uzatmada attığı golü seyretmek nasıl mümkün olacaktı, Just Fontaine'in hâlâ kırılamayan rekoruna tanıklık etmek ya da... Veya hınca hınç dolu Maracana'da yaşanan Uruguay bozgunu sonrası stadın adının "Maracanaço" olmasına yol açan o sessiz hüznü nasıl görecekti sonraki nesiller? Kaçan gole yazıklanmak yerine, burada hayatın tam doksana giderken çeldiği topun uğuruna bel bağlamalı belki. Yusuf Tunaoğlu'nu bir tek kez topa vururken seyretmemiş onca insan kulaklarına çalınan efsanenin kahramanını bir epope dinler gibi dinler miydi başka türlü? Futbol ecinnisinin kendisine sakladığı bu benzersiz topçu tam on yıl önce bugün öldü. Türkiye'nin "beşinci beatle"ı, anlatılan o ki, hiç elinden düşürmediği kadehiyle daha uzağa işliyor bu ukdenin menzilini. Yetim kalan tüm çilingirlerin selamı olsun. Işık içinde yat, güzel ağabey.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Kredi Kartına Sekiz Taksit, Her Şey Dahil: Treblinka!

O koca yelpazenin bir ucunda Goehring, öbür ucunda Beethoven durunca insan bilemiyor Alman toplumu için hangisinin bir anomali olduğunu. Daha açık söylersek: Hangisi daha "emblematique" bir figür acaba Alman toplumu için? Rivayet muhtelif. Mecmuanız Şişenin Dibi cin kovarken takındığı tüm iyimserlikle Beethoven'in yanında. Ne ki, hiçbir şey şişede durduğu gibi durmuyor. "Marca" ile birlikte İspanya'nın iki büyük spor gazetesinden biri olan "As" bugün şöyle yazıyor: "Visca España!" O müthiş hamleyle bütün "bock"ların dibine darı eken Carles Puyol'un etnik kökenine atfen ona Katalanca selam ediyorlar! Aşikâr ki, etnik barış tamamı bireylerden ibaret iki insan topluluğu arasında oluyor. Joaquin Cortes İspanya şampiyon olursa "güneş kapısı" Puerta del Sol'un orta yerinde dans edecekmiş. Hollandalı porno yıldızı Bobbie Eden ise herkese bir oral vaat ediyor. Heyecanlanmayın hemen, sizin maçınız değil bu.

23 Haziran 2010 Çarşamba

Son Bir Arzunuz?

Dünya kocaman bir yer, oysa Endülüs ufacık. Sonsuz bir ıstırabın hazzı ancak orada bulur sahibini. Çingene bayramı "zambra" gelip çattığı vakit, neresinden tutsanız elinizde kalır hayat. Flamenkocular gelip toplandığında, önce büyük üstad Camaron de la Isla'ya selam durulur. Malum, kırk bir genç bir yaş, alkolden ne erken hasat alınıyor bazen! Sonra, ancak Rebet hüznüne eş bir "duende" tutar havayı. Flamenko cini duende, yani sesli görüntüsü hayattan kopuşun, arasanız bulunmayacak bir tılsımın kan oturmuş izbesi, ihtilaçlı bir yankı verir sesinize. Ardından, derin şarkı "cante jondo" başlar, xerez içerken aldığınız meşe tadını alkolden yetirdiğiniz güne katık etmeye gelmiştir. Nihayet, tüm bu "juerga", yani en kıymetli safrası hayatın, ışıksız bir öğle sonrasının lombozundan denize boşalır. Resimdeki kadın mı? Estrella Morente.

17 Haziran 2010 Perşembe

Hadi, Sadece Bir Gülücük

İnsanın kendisine sadık kalmasının yolları çeşitli, örneğin bir erkek için alkol ve kadın konusunda tedarikli olmak yardımcı olabilir. Ama Chandler'da tabiat yasasına dönüşen bu pratiğin, dokundukça ağlayan bu yurtsuz hezeyanın izleri daha derine işliyor sanki. İmdi, çözülecek sorunları bunların ne kadar elzem olduğuna bakarak bir öncelik sırasına koyalım: Önce tek buzlu, içine yarım ölçü maden suyu koyduğun bir burbon al kendine. Sonra, telif temsilcin ve genç aşkın Helga Greene'e git ve onu artık sevmediğini söyle. İkinci kadeh burbonu almadan evvel bir kalem bul, üçüncü kadehten önce sevgilin Jean Fracasse'ı arayarak bu işin böyle yürümeyeceğini söylemen gerektiğini bir yere not düş. Şişeyi yarılamadan evvel Sonia Orwell'e bir telefon aç ve ondan uzak, bir miktar kafanı dinlemen gerektiğini anlat. İkinci şişeye başlamadan önce Natasha Spender'a bir mektup yaz ve kocasına dönmesinin her ikiniz için de doğru olacağını anlat ona. Sonra, bütün bu olanları unutmak için bir kadeh viski al kendine. Ve bütün bunları birkaç saat içinde yap, zira Phillip Marlowe'la kafa kafaya verip "The Big Sleep"i yazacaksınız daha.

10 Haziran 2010 Perşembe

Şeytan Çıkmazı

Yeryüzünün İspanyol dilinde yazan en dikkate değer, en gizemli kadın şairlerinden birinin, uzak akraba Clara Janes'in sözleriyle: "O adanın ücra bir köşesinde, kızının ölümünden sonra yazmayı bırakıp içki şişesinden başka hiçbir şeye elinin gitmediği zamanlardı. 'Hamlet'le Bir Gece'yi yazdığı o eşsiz akşamüzeri, biliyordum, Kampa eski Kampa değildi artık." Kampa, nam-ı diğer Certovka, nam-ı diğer Şeytan Akıntısı, Mala Strana'nın batısına düşen bir vaha Prag'ın orta yerinde. O inzivanın esir kahramanı, çalıntı şairi, kör sarhoşu, içe akan koru, sabır taşı Vladimir Holan. Karanlık bir cevahir gibi geçti Prag'ın, hayatın, şiirin içinden. Bir söz vardı dilinin ucunda, o da cılız ömründen eksildi. Bir yetim kızın babasıydı, o da öldü erkenden. Raymond Queneau "İkaros'un Uçuşu"nda anlatmıştı ışığa çok yaklaşmanın cezasını. Holan o kadim inada bir de ad buldu gitmeden önce. Ve Hamlet'in yakarışıyla çağırdı her sahipsiz akıbeti: "Ruh ileri atılır da, hep bir kapı kapanmaz mı ardından."

21 Mayıs 2010 Cuma

İntihar Bu, Oyuncak Değil...

Doğru, akubaların çiçek açmasını, akçaağacın boy atmasını beklemekle tükenecek gibi değil zaman. Yüzyıllar geçse kararını bulamayacak kaç sözün mekiğiyle örülmedi zahir. Düşünsene, kaç başarısız teşebbüsten sonra ilmini alabildin intiharın, kaç sessiz yakarının adağıydı kıydığın ömür. Formoza'nın yanık suları ılınmış bir sake gibi değdiğinde dudağına, bir hesap et bakalım, kaç alkoliğin kararmış sabrıyla varılır tek bir sabaha. Korkunun billuru kendinden esirgediğin hayat olmasın? Boğulduğun nehir uyanmış mıdır öğle uykusundan? Neyse, sonra konuşuruz.