21 Mayıs 2010 Cuma

İntihar Bu, Oyuncak Değil...

Doğru, akubaların çiçek açmasını, akçaağacın boy atmasını beklemekle tükenecek gibi değil zaman. Yüzyıllar geçse kararını bulamayacak kaç sözün mekiğiyle örülmedi zahir. Düşünsene, kaç başarısız teşebbüsten sonra ilmini alabildin intiharın, kaç sessiz yakarının adağıydı kıydığın ömür. Formoza'nın yanık suları ılınmış bir sake gibi değdiğinde dudağına, bir hesap et bakalım, kaç alkoliğin kararmış sabrıyla varılır tek bir sabaha. Korkunun billuru kendinden esirgediğin hayat olmasın? Boğulduğun nehir uyanmış mıdır öğle uykusundan? Neyse, sonra konuşuruz.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Çözünükler, Giyinikler, ve diğerleri...

Varislerine Mazatec şırası sürüp deri çatlakları için çözülmüş klorin kullanan bir neslin “etken madde”siydi Timothy Leary. İçine tanrı kaçmış (enteojen) bir kuşağın yarı sentetik cennetine tek yön bilet kesen bir karaborsacı ya da. FBI kapısını çaldığında yuttuğu koçan, alkali kokan nefesinde billura keserdi. Ayrıntılı prospektüs bilgilerine gelince: Kültür kodamanlarının yol açtığı parmak ucu yangısına, jurnalistik pekliğe, “scat” ritmine ezan ve klakson sesi karışmış sonorik cesamet ve şebeke kirliliğine, üniversite orunlarından taşan fosforik bataklık ışığına, iktidarla arada var olması gereken güvenli takip mesafesinin yitiminden kaynaklanan pülmonik karakter aşınması ve skizofazik dil iltihaplarına, sanatsal ya da politik angajmanların yarattığı mukus yolu tahrişi ve bir türlü tutmayan fistül dikişlerine, kırk beş kelimeyle ifade bulan her merama ve bilinmeyen bir dilde edilen her duaya karşı yüzde yüz endikedir. Yan etkisi yoktur. Yine de, beklenmedik bir etkiyle karşılaştığınız takdirde çırılçıplak sokağa fırlayıp karşınıza çıkan ilk kişiye Bağlum dolmuşlarının Çalıseki’den geçip geçmediğini sorun.

7 Mayıs 2010 Cuma

Vre İlyas, Vre Stavris!

Şimdi bir Küçük Asya Felaketi düşünelim ki İlias Venezis'in "Exodus"ta anlattığı Ayvalı meyhaneleri cayır cayır yansın. Hatta, yine Venezis'in "Aolya"da anlattığı zeytinlikleri göremeyelim bir daha. Çavuş Metaxa bütün zulasını yüklenip sırra kadem bassın. Sonra, adını Çeşme'ye (ölü sevgilim benim) veren Atina banliyösü Eksarhiya'da henüz 16 yaşındaki Alexandros'u vursunlar. Sonra da bütün Hellas sokağa dökülsün. Suyun öte yanında Ritsos'un sabır öğüten kardeşleri hayatı bir de tersten okumayı öneriyor. "Boğuluyorum, derin denizlere at beni" diyen Rebet muştasıyla donatmak göğü, bilemek hevesleri, sonra da Stavris'in kırçıl sesini Leo Ferre'nin ağlatan neşesine katmak: "Yüz tane anarşist bulup getirin bana, ki biri bile yaşamasın."

3 Nisan 2010 Cumartesi

Şey, garnizon ne tarafta?

İspanya İç Savaşı bittikten çok sonraydı, ufuneti dinmeyen bir acının haresiyle tutunurken yaşama, ucu kaçmış bir gecenin ısfıyla donanırken zaman, ve tutulmayan sözlerin müjdesiyle değişildiği vakit hayat, kendisine bir içki daha aldı Robert Motherwell. Simsiyah boyadığı kanvas, soludukça tükenen havanın işkili, uzadıkça tatsızlaşan her iyi şey, kıyısız bir nehre akıyordu artık. Baktı ki gece sabaha dönecek, bir içki daha aldı. Fazla alkol zararlıydı kuşkusuz, ama fazla yaşamak da öyle. Bu ifratın ecesi geldiği yere döndü, siz de öyle yapın.


Resim: İspanya İç Savaşı'na Övgü, Robert Motherwell.

23 Mart 2010 Salı

Bir Ölü Kaç Serçe Eder?

Hiç varoluşsal bir soru gibi durmuyor: Toprağın mahut sessizliğine avuç avuç krizantem tohumu gömdüğün gecenin varakı mı daha ağır, yoksa tüfeğin namlusunu kalbine denk getirmek mi daha zor? Karanfil gibi çiğnediğin sırça nefes şimdi alkolün hangi çağını solur, bilebilir misin? O tek el silah sesini siz de duydunuz mu? Tüm serçelerin düş bekçisi, Sparklehorse'un söz yazarı, şarkıcısı, şairi Mark Linkous 6 Mart'ın ilk saatlerinde kalbine nişan almıştı. İhtimal ki oradan geldi o ses. Sorkun dallarından bir yarımay örüp, alkolün masadıyla bilemişti halesini. Nasıl yapılacağını da anlatmıştı hatta:


Looking for a good place to rest / your head upon my chest / and I can feel the pillow of your breast / you are worth of hundreds of sparrows.

24 Şubat 2010 Çarşamba

20 Şubat 2010, Ankara...



Yarana tütün bas dedikleri böyle bir şey mi? Sahip olduğu en büyük gücü tarifsiz bir müşkülden devşiren insanların hikâyesi ne anlatıyor? Hangi çığlık erimine dar gelen bir sesin hızıyla sahibine döner ya da mutluluktan sedef döken hangi yüz bu kızınki kadar tatlı? Peki hangisi berikine yol gösteriyor? Kız mı adam mı? Hangi sırrı tutmanın, hangi şişede balık olmanın mükafatı tekel işçisinden pey almak?




Fotoğraf: Hatice Aydoğdu

17 Şubat 2010 Çarşamba

Carpe Nocte, Herr Müller!

Potsdam'da bulunan bir bahçede Gundling'in sesine uyandığın veya Vitebsk'i papazları kesen Vendée alayının zifaf odası seçtiğin için eksik olma. Sonra, Argonotları kıyısız bir nehre kadar geçirdiğin ve Valmont'u "kokot" acılarından kurtarıp yaralarını pelüşe sardığın için şan olsun! Ayrıca, Alkestis'i Prusya genel valiliğinden azledip Napolyon'u seferi saydığın ve Woyzeck'i kuru mamayla beslediğin için, izninle, pes! Yazıyı ilga ederek yazdı Heiner Müller. Ne karanlık bir verbalizm örttü şeffaf vicdanını ne acıdan yetirdiği neşe az geldi tastamam ömrüne. Kozmogonik bir sır kattı alkolün emanet yazgısına. İstese pekâlâ bırakırdı puroyu.