11 Nisan 2009 Cumartesi

güneşten kork...


Nasıl ki ışık billur bir acının temriniyle ağır ağır tutunuyor, zaman da o düşkün neşeyi öyle arıyor teninde. Sen geç bir kahvaltının izbesinde bekleniyorsun, yüzün buruş kırış, saçların dağınık, sesin tok hâlâ, ama nefesin bir ıtır alacası sanki. Hiç mi eksilmez sesin günlerin uzak burcunda, toprak rengi gözlerinde hiç mi seyrelmez acı? Neyse, kırık bir ayna kaşı düşle, sonra tut ellerini en bulunmaz kimsesizin.

9 Nisan 2009 Perşembe

Hangi Serçenin Eceli?


Ne uzun yol Riazan'daki kır evinden Isadora Duncan'ın kollarına varan... Kimbilir kaç azatlının yolunu kaybedeceği ne ıssız bir söylence hayat... Tüy gibi adımlarla yürüyüp ışığın sırça kanatlarına tutundu Sergey Yesenin. Ne acının uzak bir neslinden geldiği sırdı ne de içkinin koyulttuğu bakışlarında huzursuz bir kavlin uyuduğu. Yarasını ören ilmeği yaşamın kireç alazında eğirdi. Sonra bir gün bileklerini kesti. Ölümü çağırdığı arsız neşeden dikenli bir taç yaptılar. Yazgısının gece bekçisi Mayakovski ardından seslendi: "Sürer mi hiç insan ölümü / tebeşir tozu gibi dudaklarına."

8 Nisan 2009 Çarşamba

Quis Multa Gracilis!


Can sıkıntısı öldürücü olabilir. Büyük bir yıkım ya da ıstırabın tüm acunsal enerjiyi uyanık tuttuğu o dipsiz ürküntüden daha beter bu. Şaşaalı bir geri çekiliş, yansız bir horgörü, ve kişiyi varlığının metafizik beyhudeliğiyle tartan ölçüsüz bir ağırlık. Aydınlığın paspal ecinnisi dört bir yanı sarınca ışık fazla geldi Kurt Cobain'e. Ne garip, tam 15 yıl olmuş! Kurt bedelsiz bir öğüde borçlanıp tüfeğe sarılalı tam 15 yıl geçmiş. Frances 17 yaşında bir genç kız oldu. Krist politikayla uğraşıyor. Dave şimdilerde Foo Fighters adında bir garabetle müzik yapmakta. Courtney'nin üzerine bir ağırlık çöktü. Kurt yattığı yerde minesi dökülmüş bir duvara bakmayı sürdürüyor olabilir. Ama, heyhat, Horatius'un da dediği gibi, "ne ömürsüz şey şu gençlik".

7 Nisan 2009 Salı

Göndermediğin Tüm Mektuplar...


Soluk bir zemine yedirilmiş kırık dökük senkoplarla ne oyunbaz filmler çekti Tavernier. Sözgelimi "L'horloger de Saint-Paul". Polis müdürü rolündeki Jean Rochefort'un tutsak edici performansı nasıl unutulur? Tabii bir de akıllardan çıkmayan "Round Midnight". Alkolik saksofoncu Dale Turner'ı ne saksofonda ne de işrette ondan geri kalan Dexter Gordon oynuyordu. İlk olarak be-bop yıllarında adını duyuran Gordon, bir kır düğünü orkestrasına has bu cavlak melodilerden neyse ki çabuk bıktı. Paris'teki "vedette" yılları müziği kadar alkolle arasındaki sessiz uzlaşıyı da koyulttu. Zamanı adeta bir barış buçuğunun nefes boşluklarında tartımlıyor, orkestra arkadaşlarına daha fazla ritmik aralık bırakıyor, daha ağır ve tok tümceler basıyordu. Tüm o düşüş temposunun içinde avurtlarına dolan ağır havayı alkolün kılıç mührüyle üfledi. Çuhadan bir göğü yırtarak gitti Dexter Gordon.

6 Nisan 2009 Pazartesi

Söylemek İçin Sus...


İçkiyi bıraktığı gün yazmayı da bırakmak zorunda kalacağından çok korktuğunu anlatırdı Marguerite Duras. Loire Vadisi'nin koruk rengi suları akardı gözlerinin içinden. Taşıdığı vebal, uzak durduğu her bağlaşığın yazgısını sarıp esirgedi bir hale gibi. Dokunaklı, hüzünlü, düşkünlüğünü zırh yapmış bir öykünün ergen hükümranıydı o. Nevers'in menevişlerine yansıyan yüzünde ışıklı bir burç gibi titrerdi zaman. Sahici bir yalnızlık, ölçülü bir kuşkuyla sevdi hayatı. Gecenin topaz alnına son kez değdi gitmeden.